• 11 Mayıs 2013 11:00

    Dr. Sibel Siber

    Acil servisin kapısını yavaşça tıklatarak

    Bir Çocuk İstismarı: Vekaleten Hastalık.
    Otuzlu yaşlardaki genç adam, çekingen adımlarla acil servisin kapısından içeriye girdi; üstü başı kan içindeydi. Kaza geçirdiğini zannetmiştim. Hemen kolundan tutarak, nöbetçi hemşireyle birlikte onu sedyeye yatırdık. Yaralı olmadığını, sabahtan beri kan kustuğunu söyledi. Kendisine bir an önce serum takmamız konusundaki ısrarı ve telaşı dikkatimi çekmişti. Kanamasının nedenini bulmak için sorduğumuz sorulara ise yanıt vermekten kaçınıyordu.

    Gözlem odasında tuttuğumuz hastanın, dıştan gözlenen dramatik tablonun aksine, muayenesinde hiçbir anormal bulguya rastlayamamıştım; laboratuar tetkikleri de normal gelmişti. Bu durumu ona izah etmeye çalışırken, aniden sözümü kesti ve tanı koyabilmek için kendisini ameliyata almamızı önerdi.Tuhafıma gitmişti ; çünkü hastaların kendi ağızlarıyla cerrahi müdahale istemesi pek olağan bir durum değildi. Şimdilik bir müdahale yapamayacağımızı, sadece onu gözlem altında tutacağımızı söyleyince telaşlandı; elini cebine atarak kapalı bir zarf çıkardı.“İşte bu zarfta beni daha önce muayene eden doktorun yazdığı rapor var… Lütfen okuyun ve hemen tedavime başlayın!” dedi öfkeyle…

    Raporda, hastanın bir çok kez uydurma hastalık öyküleriyle kendi hastanelerine müracaat ettiği, her defasında bir çok tetkikin yapıldığı ama hiçbir hastalık bulgusuna rastlanmadığı yazıyordu. Hastaya, endoskopi dahil her türlü girişimsel tetkikin bir çok kez tekrarlandığı da özellikle belirtiliyordu. Son olarak ise, yine kanama geçirdiği iddiasıyla üstü başı kan içinde acil servise müracaat etmiş. Bu kez durumdan şüphe edilerek, üzerindeki kan tetkik edilmiş ve hayvan kanı olduğu ortaya çıkmış… Muhtemelen bir tavuk kesip kanını üzerine sürmüş …Hastanın bu durumunu göz önünde bulundurmamız konusunda uyarıyordu bizi raporu yazan meslektaşım.

    Genç hasta, kapalı zarftaki raporda ne yazdığını bilmediği için bana vermiş ve hastalığının ne olduğu böylece anlaşılmıştı. Kanlı gömleği ile acil servise tedavi olmak için gelen bu kişide, ‘Munchausen Sendromu’ mevcuttu. Bu hastalar, uydurma hastalık öyküleri ile hastane hastane dolaşıp, hasta olduklarına doktorları ikna etmektedirler. Doktorlar tarafından kendilerine uygulanan cerrahi girişim dahil her türlü tetkik ve tedaviye de sevinerek onay vermeleri en önemli özelliklerinden biri olarak belirtilmektedir.

    Bu sendrom, adını 18. Yüzyılda yaşamış bir Alman baronu olan Karl Fredrich von Munchausen’in isminden almış. Bu baron, Rus–Osmanlı savaşına katılmış ve dönüşte öylesine abartılı kahramanlık öyküleri anlatmış ki, ünü her tarafa yayılmış. Sonunda anlattıklarının yalan olduğu ortaya çıkınca, bu sefer de yalancılığıyla ün salmış. İşte, o nedenle yalan hastalık öyküleriyle doktorlara baş vuran bu hasta grubu, “Munchausen sendromu” diye tanımlanıyor. Bu hastaların, ciddi psikiyatrik bozukluğu olmadığı için kolaylıkla doktorları yanıltabildikleri söylenmektedir.

    Munchausen sendromu’nda; uydurma hastalıktan, yapılan tetkik ve tedavilerden ve bazen de ölümcül sonuçlarından bizzat hastanın kendisi zarar görmektedir. Halbuki benzer bir hastalık türü vardır ki burada kişi, kurban olarak kendisini değil, çocuğunu seçmektedir. Yani çocuğuna hasta süsü vermekte ve kendi çocuğuna yapılan ameliyat dahil her türlü girişimi memnuniyetle karşılamaktadır. İşte bu durum tıpta ‘Munchausen by Proxy sendromu’veya diğer bir deyişle ‘vekaleten hastalık’ olarak adlandırılmaktadır.

    İlk kez 1977’de tanımlanan bu hastalık, bir çocuk istismarı türüdür. Çocuklar, bir hastalık uydurularak genelde anneleri tarafından hastaneye götürülmektedir. Çoğu kez de doktorlar çocuğun hasta olduğuna ikna olarak, çocuğa zarar verebilecek tetkikler yapmakta ve gereksiz tedaviler uygulamaktadır. Yani doktorlar da bilmeden, çocuğunu çok seven bir annenin uydurma hastalık senaryosuna eşlik etmekte ve bu istismarın bir parçası olabilmektedirler.

    Geçtiğimiz günlerde Kıbrıs Türk Pediatri Kurumu’nun düzenlediği sempozyumda, Gazi Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Figen Şahin, çocuk istismarının bir türü olan ‘vekaleten hastalık’ ile ilgili bilgi vererek, bazı olguları paylaştı.Bunlardan bir tanesi şöyle:

    Anne, 9 aylık bebeğinin kanaması olduğu yakınmasıyla doktora müracaat ediyor. Kanıt olarak da elindeki bebeğin kanlı bezini doktora gösteriyor. Çocuk hastaneye yatırılıyor, birçok girişimsel tetkik yapılıyor, filmler çekiliyor; fakat hiçbir bulguya rastlanmıyor. Çocuk tam taburcu edilecekken, bebeğinin kanamasının tekrarladığını söylüyor anne ve elindeki kanlı bezi doktora gösteriyor. Bebeğin bu kanamaları ayda bir kez tekrarlıyor. En sonunda annenin kendi adet kanını çocuğun bezine sürdüğü ve böylelikle hasta süsü verdiği anlaşılıyor. Bu annelerin; sevimli, çocuklarına aşırı ilgili ve bariz psikiyatrik bozukluk belirtisi göstermemesinin de sağlıkçıları yanıltan önemli bir durum olduğunu bir kez daha vurguluyor Prof. Şahin konuşmasında.

    Dünya Sağlık Örgütü çocuk istismarını şu şekilde tanımlamaktadır: “Bir yetişkin veya devlet tarafından bilerek veya bilmeyerek yapılan ve çocuğun sağlığını, fiziki ve psikososyal gelişimini olumsuz yönde etkileyen davranışlar.” Bu istismarlar, duygusal, fiziksel ve cinsel istismar şeklinde görülmektedir.

    İşte, pek de tanık olmadığımızı umduğum‘vekaleten hastalık’ da böyle ciddi bir istismar türü. Ne yazık ki bu hastalık senaryosuna bağlı olarak, dünyada birçok çocuk psişik ve bedensel zarar görmekte ve hayatını kaybedebilmektedir.